Bu yazı ise, kentsel yenileme/ kentsel dönüşüm projeleriyle bu kentin mahallelerini birer ikişer yok etmeye duranlara, mahalle nüfuslarını yurtlarından koparıp TOKİ silolarına, sokaklara, çadırlara, barakalara mahkûm edenlere, vicdan, adalet ve insan haklarını hatırlatmak ve Najla’nın güzelim eserine şükran sunmak üzere kaleme alındı. * Radikal 2
Vicdan Üzerine Bir Özdeyiş: Canım Sulukule Belgeseli
Cihan Uzunçarşılı Baysal
İnsanlar fotoğraflar ‘vasıtasıyla’ hatırlamaz, sadece ‘fotoğrafları’ hatırlar çünkü fotoğraflanmış her imge, anlamanın ve hatırlamanın diğer yollarını bastırır, der Sontag . Bu şekliyle hatırlamak edimi, geçmişteki bir hikâyeye geri dönmekten değil, bir imgeyi, resmi, fotoğrafı bellekten çıkartmaktan geçer ve ‘‘…iş hatırlamaya geldiğinde fotoğraf hala daha derinden bir can acıtma, insan zihninde daha derin bir iz bırakma gücüne sahiptir ’’. Bugün tamamen yıkılarak yok edilmiş bir mekân olarak Sulukule’yi gelecekte de hatırlayabilmek, kendine özgü sesi, rengi, kültürü, insanı ve dili ile Sulukule’yi hafızalarımızda inşa edebilmek ve acısını içselleştirebilmek için fotoğrafın bu özgün gücüne ihtiyacımız var.
Mahalle yerle yeksan edilmiş, mahalleli sürülmüş, sesi de müziği de susturulmuştur; dahası, bugün Sulukule’de eskiye ait hiçbir iz bırakılmamacasına öyle hunharca bir ‘temizlik’ operasyonu süregelmektedir ki, ileride Sulukule’nin yerini arayanlar, mahallenin varlığından şüpheye düşebilirler. Ancak Najla’nın kareleri döndükçe, kentin hafızasından silinmeye çalışılan Sulukule, her izleyici ile bir kez daha yaşama durup, bir kez daha yok edilişine meydan okuyacaktır. Sevgili Najla’nın ‘Canım Sulukule’ linkini tıklayan her parmak, seçtiği, benimsediği kareleri, hafıza mekânındaki boşluklara farkında olmadan yerleştirdikçe, Sulukule, kendini hiç bilmeyenler için bile tanıdık bir mekâna dönüşerek toplumsal hafızadaki yerini sağlamlaştıracaktır.
İzleyici, belgesel vasıtasıyla sadece bir hafıza mekânı değil aynı zamanda bir yüzleşme mekânı ile de karşılaşır. Vicdan ile yüzleşerek mağdurlar ve mağduriyetlerle empati kurma, şiddet ve zulmün toplumsal hafızadaki yerini alarak tekrarlanmamasını amaçlar, zulme sebep olanlar sonsuza dek lanetlenir. Sontag’a tekrar kulak verirsek, ‘‘enformasyonla dolup taşan bir çağda, fotoğraf, bir şeyi kavramanın hızlı bir yolunu ve onu hatırda tutmanın yoğunlaşmış bir formunu sağlar bize. Bu haliyle fotoğraf bir alıntıya veya bir veciz söze veya bir özdeyişe benzer ’’, der. ‘Canım Sulukule’, insanlık değerleri üzerinden yükselen ve bizleri vicdan ile yüzleştiren böyle bir özdeyiştir aynı zamanda.
Belgesel boyunca, mahallenin kapıları birer ikişer açılıp bizleri içeri buyur eder, böylece ‘öteki’ ile yollarımız kesişir, kesişmenin ötesinde onların yaşamlarının içindeyizdir artık, mahremiyetlerine de ucundan ilişiveririz, mahcup misafirler misali. Kentin ötekilerinin acıları teker-teker önümüze dökülürken, mahallenin sesi ve vicdanı Gülsüm konuşur. Gülsüm devamlı konuşur, seri-seri anlatır, virgülsüz, noktasız, nefessiz… sanki az sonra yine onlar ve dozerler mahalleye dalacaktır da tüm konuşma sonlanacaktır, oysa anlatacak ne çok şey vardır, işte onlar ve dozerler baskın yapmadan her şeyi bizlere anlatması gerekir, yürekte biriken onca ukdenin, yaşanan acıların, kentin gözleri önünde sürüp giden ama kentin büyük bölümünce görülmeyen/ görülmek istenmeyen zulmün ve de bil-cümle haksızlığın, adaletsizliğin bir an önce ortalığa dökülmesi gerekir, onlar gelmeden, dozerler basmadan konuşmak gerekir, ne zaman gelecekleri hiç belli değildir çünkü sabahın körü de akşamın bir vakti de hasta/ yaşlı/ çocuk/hamile gözünün yaşına bakmadan çıkıp gelebilirler, onlar ve dozerler, bu yüzdendir pencerelerdeki ‘Dozer Dikkat Burada İnsan yaşıyor’ notları, bu yüzdendir cümle-cemaat çamaşırları kapı-pencere asılı-asılı bırakma fasılları, Gülsüm Abla anlatır, devamlı anlatır, noktasız virgülsüz dozerlerle yarışa -yarışa anlatır: Kırmızı çarpılanan evler, ‘dozer dikkat’ ikazlı evler, ‘Gazzeye hoşgeldiniz’li duvarlar ile ‘ölüşeğire oşgeldiniz’li duvarlar, çocuklar ve molozlar ile molozlar ve çocuklar ve elbette kadınlar ve de yaşlılar ve tüm Sulukule iyimserliği ile ‘Bir gün gelcek/Bu günler bitcek…’ yazısı altında kaldırıma çökmüş amcanın tüm iyimserlikleri ezip geçen yüz ifadesi ve sanki geleceği görüyormuşçasına acı-acı ötelere bakışı içinde Gülsüm konuşur ve devamlı konuşur; bizler görerek duyarız, gördükçe daha iyi anlarız. Gülsüm sustuğunda izleyici en baştaki kişi değildir artık, derinden bir can acısı ve isyan sarar ruhunu; elbette bir gün vicdanlarda kurulacak mahkemelerde Sulukule için bir şahit daha eklenmiştir listeye.
Bizler, onların, zalimlerin, görüp duyamadıklarını ve de anlayamadıklarını birer ikişer hafızalarımıza kaydederken, başkalarına/ ötekilere çektirilmiş olan acılar, ileride bir gün bir yerlerde, belki de hiç ummadığımız demlerde, hatta geniş zamanlardan demlerde karşımıza dikiliverip vicdanları rahatsız edebilir. Tarlabaşı civarlarından bir çocuk yüzü, Fener-Balat oralardan bir kadın gülüşü, Ayvansaray’da bir duvar ya da işte şu mahalleden bir yaşlı amca… bir çeşit ‘deja-vu’ hissiyle açılan hafıza sandıklarından kaçan Canım Sulukule fotoları arasında bu kez Gülsüm susar, vicdan konuşur; başkalarına çektirilen acılara seyirci kalmanın işlenen suçlara dolaylı bir yoldan ortaklık anlamına geldiğini konuşur. ‘’Fotoğraflar ayrıcalıklı kesimlerin ve hayatlarını emniyet altına almış olanların görmezlikten gelmeyi tercih edebileceği konuları, ‘gerçek’ (ya da ‘daha gerçek’) kılmanın bir vasıtasıdır ’’. diye devam eder Sontag. Canım Sulukule işte böyle bir işlevi de gerçekleştiriyor, emniyetli dünyaları içindekileri, ‘öteki’ olanların acılarına bakmaya zorlarken, vicdanları harekete geçirerek haksızlıklara karşı mücadelenin gerekliliğine de işaret ediyor, insan olduğumuzu tekrarlar ve hatırlatırken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder